Bir zamanlar, terazisiyle kaderleri tartan bilge bir yargıç vardı; bir elinde keskin kılıcı, diğerinde adalet terazisi tutardı. Kimseye ayrıcalık tanımaz, her eylemin sonuçlarını dürüstlükle ölçerdi, çünkü onun gözleri tarafsızlığın sembolü olarak kapalıydı. Bir gün genç bir adam geldi huzuruna; hayatında aldığı yanlış kararların bedelini adalet terazisinde tarttırmak istiyordu. Bilge yargıç ona sessizce gülümsedi ve şöyle dedi: "Her seçim seni şu an bulunduğun noktaya getirdi; şimdi gerçeğin sorumluluğunu alarak hayatında dengeyi yeniden kurma zamanıdır." O günden sonra genç adam, doğruluk ve dürüstlüğün yolunda yürüyerek, kendi yaşamının gerçek adaletini sağladı.
Bir zamanlar adaletiyle ün salmış bir kraliçe vardı; sağ elinde gerçeğin kılıcı, sol elinde ise dengeli tartısı bulunurdu. Ancak gün geldi, kendi çıkarları ve kibrinin etkisiyle gözündeki bağı çıkardı ve terazisini eğip, kılıcını yanlış yere indirdi. Halkının güvenini kaybettiği gün, krallığı kaosa sürüklendi ve terazisi ters dönmüş, gerçeğin terazisinde artık haksızlık ağır basmıştı. Adaletin sembolleri tersine döndüğünde, kraliçe anladı ki; gerçek adalet yalnızca dürüstlük, vicdan ve evrensel doğrulukla sağlanabilir—aksi halde hayat, er ya da geç hesap soracaktır.