Soğuk ve karanlık bir gecenin ardından, genç bir çocuk, beyaz bir ata binmiş halde altın sarısı güneşin ışıkları altında yemyeşil bir bahçeye girer; başının üzerinde parlak bir çiçek tacı vardır ve yüzünde saf bir coşku parıldar. Güneş, ona sıcaklığını ve umudunu sunar; hayatın güçlüklerinden sonra gelen yenilenmeyi ve aydınlanmayı simgeler. Çocuğun çıplaklığı, ruhun saflığını ve gerçek benliğini özgürce gösterebilme cesaretini anlatır. Bu hikâye, "Güneş" kartının bize verdiği mesajdır: İçimizdeki ışığı bulduğumuzda hayatımız neşe, başarı ve canlılıkla dolacaktır.
Bir zamanlar ışığını tüm dünyaya cömertçe saçan bir güneş vardı; herkes onun sıcaklığıyla hayat bulur, neşe içinde yaşardı. Fakat bir sabah, bulutların ardına gizlendi güneş; çocuklar oyunlarını yarım bıraktı, çiçekler başlarını eğdi ve umutlar gölgelerde kaldı. Oysa güneş aslında hâlâ oradaydı, sadece geçici bir gölgeyle örtülmüştü; insanlar kendi içlerindeki korku ve şüpheyle onu göremez olmuştu. Bu ters çevrilmiş güneş, bize hatırlar ki mutluluk ve ışık dışarıda değil, kendi içimizde keşfedilmeyi bekler—bulutların ardındaki güneşi görmek için bakışımızı iç dünyamıza çevirmek gerekir.