Deniz kıyısında altın işlemeli tahtında oturan güzel bir kraliçe vardı; elinde tuttuğu kadeh, iç dünyasının derin sularını ve sezgisel bilgeliğini simgeliyordu. Kraliçenin ayaklarının önünde dalgalar usulca kıyıya vuruyor, bilinçaltının sessiz sırlarını kulağına fısıldıyordu. İnsanlar ona kalplerini açar, o ise yargılamadan şefkatle dinler ve sezgileriyle rehberlik ederdi. Kraliçe, sevgisiyle çevresindeki her ruha dokunarak duygusal iyileşmenin ve içsel huzurun gücünü öğretirdi.
Dalgaların kıyıya vurduğu loş bir sahilde oturan kraliçe, elindeki gümüş kupaya bakarken denizin yüzeyinde kendi yansımasını göremediğini fark etti. Kalbinin derinliklerindeki duygular bulanıklaşmış, sezgilerinin sesi suskunlaşmıştı; o güzel kupa artık iç dünyasının karmaşasını ve kendine yabancılaşmasını yansıtıyordu. Kraliçe, başkalarının hislerini anlamaya çalışırken kendi duygularını ihmal ettiğini ve böylece kupasını ters çevirdiğini fark etti. Denizin dalgaları sessizce fısıldıyordu ona; başkalarını sevmeden önce önce kendi ruhunun sularında barışı bulmalısın.