Bir zamanlar güneşin parlak ışıkları altında tahtında oturan bir kraliçe vardı; elinde yaşam ateşi ile süslenmiş asası, ayaklarının dibinde sadakat ve sezgiyi simgeleyen kara kedisiyle, neşeli ve güçlü bir enerji yayıyordu etrafına. Topraklarından geçen herkes onun cesaretinden, sıcaklığından ve karizmasından büyülenirdi. Kraliçe herkesi tutkularını izlemeye, özgüvenle hareket etmeye ve yaratıcılığın ateşini kalplerinde taşımaya çağırırdı. Çünkü o biliyordu ki; gerçek güç, kendi içindeki ateşi keşfedip onu dünyaya cesaretle sunabilmekteydi. İşte "Queen of Wands" kartı tam da bunu hatırlatırdı: Tutkunun ışığında, özgüven ve yaratıcılıkla kendi tahtına oturmaya cesaret eden kişinin hikâyesini.
Bir zamanlar ateş gibi parlak ama gururu onu kör etmiş bir kraliçe vardı; elindeki asayı gücünün değil, egosunun sembolü olarak kullanmaya başlamıştı. Sarayın bahçesindeki ayçiçekleri solmuş, etrafındaki kara kedi huzursuzca uzaklaşmıştı, çünkü kraliçe artık sezgilerinden uzaklaşarak, tutkularının esiri olmuştu. Halk ona eskisi gibi güvenmiyor, sıcaklığının yerine bencilliğin soğukluğunu hissediyordu. Kraliçe tahtında tek başına otururken, içindeki gerçek gücü ve ışığı yeniden bulabilmek için önce kendi gölgesiyle yüzleşmesi gerektiğini anladı.